İÇİNDE YAŞADIĞIMIZ CİNSİYET KURGUSU
Bireylerin dişi ve erillikten çıkması, kadın ve erkek kavramlarına dönüşmesi biyolojik değil toplumsal cinsiyettir. “Toplumsal cinsiyet, bireyi kadınsı ya da erkeksi olarak karakterize eden psikososyal özelliklerdir” (Rice ve Kohl’dan akt; Hepşen, 2010: 13). Bireylere atfedilen toplumsal cinsiyetin aksine bu kavram bireyin biyolojik cinsiyeti ile doğru orantılı olmak zorunda değildir.
Nedense toplumsal olarak kadınlara genellikle duygusal, pasif, korunmaya muhtaç.. vb roller biçilirken tam aksine erkeğe ise iktidar sahibi, güçlü ve aileyi geçindirmekle sorumlu kişi rolleri biçiliyor. Duygusallık kadına, güçlü olmak erkeğe atfediliyor. Ve erkekler duygularını ifade etme özgürlüğünden alıkoyuluyor. Cinsiyetçi düzenin erkeklere ayrıcalık tanıdığı bir gerçek fakat bu ayrıcalığın erkekler üzerindeki baskısını da görmezden gelmemeliyiz. Tayfun Atay`ın; ‘Ataerkil ideolojinin hem üreteni hem ürünü, hem sahibi hem kölesidir erkek’ sözleri aslında durumu çok iyi açıklıyor.
Kadınlara ve erkeklere tarif edilen kalıplar var ve biz o kalıpların içinde kendimizi var ediyoruz. Aslında biricikliğimizi, bireyselliğimizi yok sayıyoruz. Hayatı kategorize etmiş oluyoruz. Hepimiz cinsiyet bombardımanı içinde yaşamımızı devam ettiriyoruz. Düşündüğümüzde tarih boyunca kadın ve erkeğin toplumdaki konumu hep bu şekilde miydi? Avcılık ve toplayıcılık zamanında kadın ve erkek farklı işler yapsa da ikisi de dışarıda değil miydi? Ve evin geçimini sağlamıyor muydu? Evet yine bir iş bölümü vardı aralarında ama içinde bulunduğumuz zamanda olduğu gibi hiyerarşik ve bu kadar keskin değildi. Bu yüzden geçmişi bilmek ‘bu durum her zaman böyle değildi ve değişebilir’ şeklinde düşünmemizi destekleyebilir.
Cinsiyetçi kurgu ‘kadınlar duygusaldır’ söyleminin hormonlardan kaynaklı olduğunu söyleyebilir. Eğer siz bunu doğuştan gelen bir şey olarak kafanızda sabitlerseniz dayatılan algıyı kırmayı başaramazsınız. Bu durum toplumsallıkla ilgili bir kurgudur ve onu yıkıp yeniden inşa edebiliriz. Önemli olan ben bu kurguyu nasıl yeniden üretebilirim sorusuna cevap bulabilmek.
Bir erkek olarak bu mücadeleye destek vermek isteyip birlikte yaşadığınız kişiyle ev işlerinde aktif olmalısınız. Yüzde elli elli olması demek her zaman eşit olduğu anlamına gelmez. Bu sebeple hayattaki her paylaşım kişilerin bireysel koşullarına göre yapılmalıdır. Kadınlar ise bir taraftan kendilerini koruyup, haklarını savunurken diğer taraftan erkeklik sorunları ile de temas edebilmelidir. Erkeklik sorunlarını da konuşup anlamaya çalışmak kadın sorunlarını öteleyen bir şey olmayabilir.
Erkekler de kendilerine atfedilen bu ayrıcalıklı ve ciddi sorumluluklar yükleyen sistemden çıkmak istiyor olabilirler. Hatta bu kurgu sistemden çıkmak isteyenler sadece kadınlar ya da erkekler değildir. Engellileri, farklı cinsel yönelimi olanları da (Cinsel yönelim romantik ve fiziksel anlamda kimlerden etkilendiğimizi ifade eder) görmezden gelemeyiz. Birbirimize saygı duymalı, kadınlar naziktir erkekler zekidir eşcinseller hastadır diye yapılan etiketlemelerden uzak durmalıyız.
Carl Rogers`ın da savunduğu gibi her insan sırf yaşayan bir canlı varlık olduğu için bile saygıyı hak eder.
Psikolojik Danışman
Fulya KÖKDEN